XLSNf. Kuşlara Özel Akciğer Kuşlar, sözde ataları olan sürüngenlerden çok farklı bir anatomiye sahiptirler. Kuş akciğerleri, kara canlılarının akciğerlerine tamamen ters biçimde canlıları havayı aynı nefes borusundan alır ve verirler. Kuşlarda ise hava akciğere ön taraftan girerken arka taraftan dışarı verilir. Uçuş sırasında yüksek miktarda oksijene ihtiyaç duyan kuşlar için Allah böyle özel bir "tasarım" yaratmıştır. Bu yapının sürüngen akciğerinden evrimleşerek ortaya çıkması ise imkansızdır, çünkü iki farklı akciğer yapısı arasındaki "ara" bir yapıyla nefes alınamaz. 1. Omurgalı Akciğeri,a. Alveol, b. Hava, c. Broşlar, 2. Kuş Akciğerid. Giriş, e. Parabronşlar, f. Çıkış Evrim teorisine göre hayat suda evrimleştikten sonra amfibiyenlerle karaya taşınmıştır. Amfibiyenlerin bir kısmı da yine teoriye göre sürüngenlere dönüşüp tam bir kara hayvanı haline gelmiştir. Böyle bir dönüşümün fizyolojik ve anatomik yönden imkansız olduğunu, örneğin su içinde gelişen amfibiyen yumurtasının, kuru ortamda gelişen sürüngen yumurtasına evrimleşmesinin mümkün olmadığını gösteren çok sayıda delil vardır. Fosillere baktığımızda ise, zaten böyle bir dönüşümün yaşanmadığını görürüz Sürüngenler, amfibiyenler ile aralarında hiçbir ilişki olmadan, hiçbir "ataları" bulunmadan yeryüzüne çıkmış canlılardır. Omurgalı paleontolojisi konusunda otorite sayılan evrimci Robert Carroll "en erken sürüngenlerin, tüm amfibiyenlerden çok farklı olduklarını ve atalarının hala belirlenemediğini" kabul etmek zorunda Ancak evrim masalının imkansız senaryoları bununla da bitmez. Bir de karaya çıkmış olan bu canlıları "uçurmak" gerekmektedir! Evrimciler, kuşların bir şekilde evrimleşmiş olmaları gerektiğine inandıkları için, bu canlıların sürüngenlerden geldiklerini iddia ederler. Oysa, kara canlılarından tamamen farklı bir yapıya sahip olan kuşların hiçbir vücut mekanizması kademeli evrim modeli ile açıklanabilir durumda değildir. Herşeyden önce kuşu kuş yapan en önemli özellik, yani kanatlar, evrim için çok büyük bir çıkmazdır. Türk evrimcilerden Engin Korur, kanatların evrimleşmesinin imkansızlığını şöyle itiraf eder Gözlerin ve kanatların ortak özelliği ancak bütünüyle gelişmiş bulundukları takdirde vazifelerini yerine getirebilmeleridir. Başka bir deyişle, eksik gözle görülmez, yarım kanatla uçulmaz. Bu organların nasıl oluştuğu doğanın henüz iyi aydınlanmamış sırlarından birisi olarak Görüldüğü gibi, kanatların bu kusursuz yapısının nasıl olup da birbirini izleyen tesadüfi mutasyonlar sonucunda meydana geldiği sorusu tümüyle cevapsızdır. Bir sürüngenin ön ayaklarının, genlerinde meydana gelen bir bozulma mutasyon sonucunda nasıl kusursuz bir kanada dönüşeceği asla açıklanamamaktadır. Ayrıca, bir kara canlısının kuşlara dönüşebilmesi için sadece kanatlarının olması da yeterli değildir. Kara canlısı, kuşların uçmak için kullandıkları diğer birçok yapısal mekanizmadan yoksundur. Örneğin, kuşların kemikleri kara canlılarına göre çok daha hafiftir. Akciğerleri çok daha farklı bir yapı ve işleve sahiptir. Değişik bir kas ve iskelet yapısına sahiptirler ve çok daha özelleşmiş bir kalp-dolaşım sistemleri vardır. Bu mekanizmalar, yavaş yavaş, "birikerek" oluşamazlar. Kara canlılarının kuşlara dönüştüğü teorisi bu nedenle tamamen bir safsatadır. Bunların ardından bir soru daha akla gelir Tüm bu bilim dışı hikayeyi doğru saysak bile, bu hikayeyi doğrulaması gereken çok sayıda "tek kanatlı", "yarım kanatlı" fosil neden "aksi gibi" bir türlü bulunamamaktadır? Hayali Ara Form Archæopteryx Evrimcilere göre Velociraptor veya Dromeosaur ismi verilen küçük yapılı dinozorların bir kısmı, evrim geçirerek kanatlanmışlar ve uçmaya başlamışlardı. Archæopteryx, dinozor atalarından ayrılan ve yeni yeni uçmaya başlayan ilk canlıydı. Bu hayali hikaye, hemen her evrimci yayında anlatılır. Evrimciler, "tek kanatlı", "yarım kanatlı" fosillerin neden bulunamadığı sorusu karşısında özellikle bir canlıdan söz ederler. Bu, hala ısrarla savundukları az sayıdaki ara geçiş formu iddialarından en bilineni olan Archæopteryx isimli fosil kuştur. Evrimcilere göre günümüz kuşlarının atası olan Archæopteryx, 150 milyon yıl önce yaşamıştı. Teoriye göre Velociraptor veya Dromeosaur ismi verilen küçük yapılı dinozorların bir kısmı, evrim geçirerek kanatlanmışlar ve uçmaya başlamışlardı. Archæopteryx, dinozor atalarından ayrılan ve yeni yeni uçmaya başlayan ilk canlıydı. Bu hikaye, hemen her evrimci yayında anlatılır. Oysa Archæopteryx'in fosilleri üzerinde yapılan son incelemeler, bu canlının kesinlikle bir ara geçiş formu olmadığını, sadece günümüz kuşlarından biraz daha farklı özelliklere sahip, soyu tükenmiş bir kuş türü olduğunu göstermektedir. Archæopteryx'in iyi uçamayan bir "yarı-kuş" olduğu tezi yakın zamana kadar evrimci çevrelerde çok daha fazla sıklıkla dile getirilmekteydi. Bu canlının "sternum"unun yani göğüs kemiğinin olmaması canlının uçamayacağının en önemli kanıtı olarak gösterilmekteydi. Göğüs kemiği, uçmak için gerekli olan kasların tutunduğu göğüs kafesinin altında bulunan bir kemiktir. Günümüzde uçabilen veya uçamayan tüm kuşlarda, hatta kuşlardan çok ayrı bir familyaya ait olan uçabilen memeli yarasalarda bile bu göğüs kemiği vardır. Ancak 1992 yılında bulunan yedinci Archæopteryx fosili evrimci çevreler arasında çok büyük şaşkınlık uyandırdı. Zira bu son bulunan Archæopteryx fosilinde evrimcilerin çok uzun zamandır yok saydıkları göğüs kemiği vardı. Nature dergisinde bu yeni bulunan fosil şöyle anlatılıyordu Son bulunan yedinci Archæopteryx fosili, uzun zamandır varlığından şüphe edilen, ama hiçbir zaman ispatlanamayan bir dikdörtgensel göğüs kemiğinin varlığına işaret ediyor. Bu canlının uzun mesafelerde uçuş yeteneği hala spekülasyona dayalı, ama göğüs kemiğinin varlığı güçlü uçuş kaslarının olduğunu Bu bulgu, Archæopteryx'in tam uçamayan bir yarı-kuş olduğu yönündeki iddiaların en temel dayanağını geçersiz kıldı. Öte yandan, Archæopteryx'in gerçek anlamda uçabilen bir kuş olduğunun en önemli kanıtlarından bir tanesi de hayvanın tüylerinin yapısı oldu. Archæopteryx'in günümüz kuşlarınınkinden farksız olan asimetrik tüy yapısı, canlının mükemmel olarak uçabildiğini gösteriyordu. Ünlü paleontolog Carl O. Dunbar'ın belirttiği gibi, "tüylerinden dolayı bu yaratık tam bir kuş özelliği gösteriyordu."48 Archæopteryx'in tüylerinin ortaya çıkarmış olduğu bir başka gerçek, bu canlının sıcakkanlı oluşuydu. Bilindiği gibi sürüngenler ve dinozorlar soğukkanlı, yani vücut ısılarını kendileri üretmeyen, çevrenin vücut ısılarını etkilediği canlılardır. Kuşlarda bulunan tüylerin en önemli fonksiyonlarından bir tanesi ise, vücut ısısını korumalarıdır. Archæopteryx'in tüylü olması, bunun dinozorların aksine sıcakkanlı olduğunu, yani vücut ısısını korumaya ihtiyacı olan gerçek bir kuş olduğunu gösteriyordu. Evrimin Açıklayamadığı Yapı Kuş Tüyleri Kuşların sürüngenlerden evrimleştiğini iddia eden evrim teorisi, bu iki ayrı canlı sınıfı arasındaki dev farkları asla açıklayamamaktadır. Kuşlar; içi boş hafif kemiklerden oluşan iskelet yapıları, kendilerine özgü akciğer sistemleri, sıcakkanlı metabolizmaları gibi özellikleriyle sürüngenlerden çok farklıdırlar. Kuşlarla sürüngenlerin arasına aşılmaz bir uçurum koyan bir başka özellik ise, tamamen kuşlara has bir yapı olan tüylerdir. Sürüngenlerin vücutları pullarla, kuşların vücutları ise tüylerle kaplıdır. Evrimciler sürüngenleri kuşların atası saydıkları için, ister istemez kuş tüylerinin de sürüngen pullarından evrimleştiğini öne sürmek zorunda kalırlar. Oysa pullar ile tüyler arasında hiçbir benzerlik yoktur. Connecticut Üniversitesi'nde fizyoloji ve nörobiyoloji profesörü olan A. H. Brush, bir evrimci olmasına rağmen, "tüyler ve pullar... genetik yapılarından gelişimlerine, morfolojilerinden doku organizasyonlarına kadar herşeyde birbirlerinden farklıdırlar" diyerek bu gerçeği kabul Dahası, Prof. Brush'a göre "kuş tüylerinin protein yapısı da diğer omurgalıların hiçbirinde görülmeyen, tümüyle özgün" bir Bunun yanısıra, kuş tüylerinin sürüngen pullarından evrimleştiklerini gösterebilecek hiçbir fosil delili de yoktur. Aksine, Prof. Brush'ın ifadesiyle, "tüyler fosil kayıtlarında sadece kuşlara has bir özellik olarak bir anda belirirler".3 Sürüngenlerde kuş tüylerine köken oluşturabilecek "hiçbir epidermal üst deriye ait yapı ise belirlenememiştir".4 1996 yılında büyük bir medya propagandası ile gündeme getirilen "Çin'de bulunan tüylü dinozor fosilleri" hikayesinin tümüyle gerçek dışı olduğu, sözü edilen Sinosauropteryx fosilinin gerçekte kuş tüyüne benzer hiçbir yapıya sahip olmadığı ise 1997 yılında yapılan incelemelerle Öte yandan, kuş tüylerinde hiçbir evrimsel süreçle açıklanamayacak kadar kompleks bir yapı vardır. Ünlü kuşbilimci Alan Feduccia, "tüylerin her özelliği aerodinamik fonksiyona sahiptir. Hafiftirler, kaldırma kuvvetleri vardır ve kolaylıkla eski biçimlerine dönebilirler" der. Feduccia, evrim teorisinin çaresizliğini ise şöyle kabul eder "Uçmak için böylesine tasarlanmış bir organın, nasıl olup da ilk başta başka bir amaca yönelik olarak ortaya çıktığını anlayamıyorum."6 Tüylerdeki bu düzen, Charles Darwin'i de çok düşündürmüş, hatta tavuskuşu tüylerindeki mükemmel estetik kendi ifadesiyle Darwin'i "hasta etmiş"ti. Darwin, arkadaşı Asa Gray'e yazdığı 3 Nisan 1860 tarihli mektupta "gözü düşünmek çoğu zaman beni teorimden soğuttu. Ama kendimi zamanla bu probleme alıştırdım" dedikten sonra şöyle devam ediyordu "Şimdilerde ise doğadaki bazı belirgin yapılar beni çok fazla rahatsız ediyor. Örneğin bir tavuskuşunun tüylerini görmek, beni neredeyse hasta ediyor."7 Evrimcilerin Geçersiz İddiaları Archæopteryx'in Dişleri ve Pençeleri Evrimcilerin, Archæopteryx'i ara geçiş formu olarak gösterirken dayandıkları en önemli iki nokta ise, bu hayvanın kanatlarının üzerindeki pençeleri ve ağzındaki dişleridir. Archaeopteryx tam bir kuş özelliği göstermektedir 1. Tüyler Bu fosilin sıcak kanlı ve uçan bir canlıya ait olduğunu gösteriyor. 2. Günümüz kuşlarında olduğu gibi kemiklerinin içi boş 3. Dişlerinin olması sürüngenlerden türediğinin bir delili olamaz. Geçmişte dişi olan bir çok kuş türü yaşamıştır. 4. Bugünde kanatlarında benzeri pençeleri olan kuş türleri yaşamaktadır. 5. Yeni bulunan yedinci Archaeopteryx fosilinde göğüs kemiğinin olduğu görüldü. Göğüs kemiğinin varlığı günümüz kuşları gibi güçlü uçuş kaslarının varlığını göstermektedir. Archæopteryx'in kanatlarında pençeleri ve ağzında dişleri olduğu doğrudur, ancak bu özellikleri canlının sürüngenlerle herhangi bir şekilde bir ilgisi olduğunu göstermez. Zira günümüzde yaşayan iki tür kuşta, Taouraco ve Hoatzin'de de dallara tutunmaya yarayan pençeler bulunmaktadır. Ve bu canlılar, hiçbir sürüngen özelliği taşımayan, tam birer kuşturlar. Dolayısıyla Archæopteryx'in kanatlarında pençeleri olduğu ve bu sebeple de bir ara form olduğu yolundaki iddia geçersizdir. söyleyerek kasıtlı bir aldatmaca yapmaktadırlar. Oysa dişler sürüngenlerin tipik bir özelliği değildir. Günümüzde bazı sürüngenlerin dişleri varken bazılarının yoktur. Daha da önemli olan nokta, dişli kuşların Archæopteryx'le sınırlı olmamasıdır. Günümüzde dişli kuşların artık yaşamadıkları bir gerçektir, ancak fosil kayıtlarına baktığımız zaman gerek Archæopteryx ile aynı dönemde gerekse daha sonra, hatta günümüze oldukça yakın tarihlere kadar "dişli kuşlar" olarak isimlendirilebilecek ayrı bir kuş grubunun yaşamını sürdürdüğünü görürüz. İşin en önemli yanı ise, Archæopteryx'in ve diğer dişli kuşların diş yapılarının, bu kuşların sözde evrimsel ataları olan dinozorların diş yapılarından çok farklı olmasıdır. Martin, Stewart ve Whetstone gibi ünlü kuşbilimcilerin yaptığı ölçümlere göre, Archæopteryx'in ve diğer dişli kuşların dişlerinin üstü düzdür ve geniş kökleri vardır. Oysa bu kuşların atası olduğu iddia edilen theropod dinozorlarının dişlerinin üstü testere gibi çıkıntılıdır ve kökleri de Aynı araştırmacılar, aynı zamanda Archæopteryx ile onun sözde ataları olan dinozorların bilek kemiklerini karşılaştırmışlar ve arada hiçbir benzerlik olmadığını ortaya Archæopteryx'in dinozorlardan evrimleştiğini iddia eden en önde gelen otorite olan John Ostrom'un, bu canlı ile dinozorlar arasında öne sürdüğü bazı "benzerlik"lerin ise gerçekte birer yanlış yorum olduğu Tarsitano, Hecht ve A. D. Walker gibi anatomistlerin çalışmalarıyla ortaya Tüm bunlar, Archæopteryx'in bir ara geçiş formu olmadığını; sadece "dişli kuşlar" olarak isimlendirilebilecek ayrı bir sınıflandırmaya ait olduğunu gösterir. Archæopteryx ve Diğer Eski Kuş Fosilleri Resimde görülen Confuciusornis kuş fosili Çinde bulunmuştur. Confuciusornis isimli kuş Archaeopteryx ile aynı yaştadır. Evrimciler on yıllardır Archæopteryx'i kuşların evrimi senaryosunun en büyük delili olarak gösterirken, son dönemlerde bulunan bazı fosiller bu senaryonun geçersizliğini başka yönlerden ortaya koydular. 1995 yılında Çin'de Omurgalılar Paleontolojisi Enstitüsü'nde araştırmalar yapan Lianhai Hou ve Zhonghe Zhou adlı iki paleontolog, Confuciusornis olarak isimlendirdikleri yeni bir fosil kuş keşfettiler. Archæopteryx ile aynı yaştaki yaklaşık 140 milyon yıllık bu kuşun dişleri yoktu, gagası ve tüyleri ise günümüz kuşlarıyla aynı özellikleri göstermekteydi. İskelet yapısı da günümüz kuşlarıyla aynı olan bu kuşun kanatlarında, Archæopteryx'te olduğu gibi pençeler vardı. Kuyruk tüylerine destek olan "pygostyle" isimli yapı bu kuşta da görülüyordu. Kısacası, evrimciler tarafından tüm kuşların en eski atası sayılan ve yarı–sürüngen kabul edilen Archæopteryx'le aynı yaşta olan bu canlı, günümüz kuşlarına çok benziyordu. Bu gerçek, Archæopteryx'in bütün kuşların ilkel atası olduğu yönündeki evrimci tezleri de çürütüyordu doğal Çin'de Kasım 1996'da bulunan bir başka fosil, ortalığı daha da karıştırdı. 130 milyon yıl yaşındaki Liaoningornis isimli bu kuşun varlığı Hou, Martin ve Alan Feduccia tarafından Science dergisinde yayınlanan bir makaleyle duyuruldu. Liaoningornis, günümüz kuşlarında bulunan uçuş kaslarının tutunduğu göğüs kemiğine sahipti. Diğer yönleriyle de bu canlı günümüz kuşlarından farksızdı. Tek farkı, ağzında dişlerinin olmasıydı. Bu durum, dişli kuşların, hiç de evrimcilerin iddia ettiği gibi ilkel bir yapıya sahip olmadıklarını Nitekim Alan Feduccia, Discover dergisinde yayınlanan yorumunda, Liaoningornis'in, kuşların kökeninin dinozorlar olduğu iddiasını geçersiz kıldığını Archæopteryx'le ilgili evrimci iddiaları çürüten bir başka fosil ise Eoalulavis oldu. Archæopteryx'ten 30 milyon yıl daha genç yani 120 milyon yıl yaşında olduğu söylenen Eoalulavis'in kanat yapısının aynısı, günümüzdeki bazı uçan kuşlarda görülüyordu. Bu da 120 milyon yıl önce, günümüzdeki kuşlardan birçok yönden farksız canlıların göklerde uçmakta olduklarını Böylece Archæopteryx ve diğer arkaik kuşların birer ara geçiş formu olmadıkları kesin bir biçimde ispatlanmış oldu. Fosiller, farklı kuş türlerinin birbirlerinden evrimleştiklerini göstermiyorlardı. Aksine, günümüz kuşlarının ve Archæopteryx benzeri bazı özgün kuş türlerinin beraberce yaşadıklarını ispatlıyorlardı. Bu kuşların bazılarının, örneğin Confuciusornis veya Archæopteryx'in soyları tükenmiş, günümüze ancak az sayıdaki kuş gelebilmişti. Kısacası Archæopteryx'in birtakım özgün özellikleri, bu canlının bir "ara form" olduğunu göstermemektedir. Nitekim bugün evrim teorisinin ünlü savunucularından Harvard paleontologları Stephen Jay Gould ve Niles Eldredge de, Archæopteryx'in farklı özellikleri bünyesinde barındıran bir "mozayik" canlı olduğunu, ama asla bir ara form sayılamayacağını kabul Öte yandan "zamanlama uyumsuzluğu" da, Archaeopteryx hakkındaki evrimci iddialara öldürücü bir darbe indirmektedir. Amerikalı biyolog Jonathan Wells de Icons of Evolution Evrimin İkonaları adlı kitabında, Archaeopteryx'in evrim adına adeta bir "ikona" kutsal sembol haline getirildiğini, oysa delillerin bu canlının "kuşların ilkel atası" olmadığını açıkca gösterdiğini vurgular. Wells'e göre bunun göstergelerinden biri, Archaeopteryx'in atası olarak gösterilen theropod iki ayaklı dinozorların, aslında Archaeopteryx'ten daha genç olmalarıdır Yerde koşan koşan iki ayaklı dinozorlar, Archaeopteryx'in teorik atalarından beklenebilecek bazı özelliklere sahiptirler, ama fosil kayıtlarında Archaeopteryx'ten daha sonra ortaya Hayali Kuş-Dinozor Bağlantısı Prof. Alan Feduccia Archæopteryx'i ara form olarak göstermeye çalışan evrimcilerin iddiası, başta da belirttiğimiz gibi kuşların dinozorlardan evrimleştiğidir. Oysa dünyanın en önde gelen kuşbilimcilerinden biri olan Kuzey Carolina Üniversitesi profesörü Alan Feduccia, bir evrimci olmasına karşılık, kuşların dinozorlarla akraba olduğu teorisine kesinlikle karşı çıkmaktadır. Feduccia, şöyle der 25 sene boyunca kuşların kafataslarını inceledim ve dinozorlarla aralarında hiçbir benzerlik görmüyorum. Kuşların dört ayaklılardan evrimleştiği teorisi paleontoloji alanında 20. yüzyılın en büyük utancı Kansas Üniversitesi'nde eski kuşlar üzerinde uzman olan Larry Martin de kuşların dinozorlarla aynı soydan geldiği teorisine karşı çıkmaktadır. Martin, evrimin bu konuda içine düştüğü çelişkiden söz ederken, "doğrusunu söylemek gerekirse, eğer dinozorlarla kuşların aynı kökenden geldiklerini savunuyor olsaydım, bunun hakkında her kalkıp konuşmak zorunda oluşumda utanıyor olacaktım 59 demektedir. Kısacası, yegane temelini Archæopteryx'e dayandırmaya çalışan "kuşların evrimi" senaryosu, sadece ve sadece evrimcilerin önkabullerinin ve hayal güçlerinin bir ürünüdür. Sineklerin Kökeni Nedir? Evrimciler, dinozorların kuşlara dönüştüğünü iddia ederken, sinek avlamak için önayaklarını birbirine çırpan bazı dinozorların resimde görüldüğü gibi "kanatlanıp havalandıklarını" öne sürerler. Hiçbir bilimsel dayanağı olmayan, sadece hayal gücünün bir ürünü olan bu teori, aynı zamanda çok basit bir mantık çelişkisi de içermektedir. Çünkü evrimcilerin burada uçuşun kökenini açıklamak için gösterdiği örnek, yani sinek, zaten mükemmel bir uçma yeteneğine sahiptir. İnsan saniyede 10 kere bile kolunu açıp kapayamazken, ortalama bir sinek, saniyede 500 kez kanat çırpma yeteneğine sahiptir. Üstelik her iki kanadını eşzamanlı olarak çırpar. Eğer kanatların titreşimi arasında en ufak bir uyumsuzluk olsa sinek dengesini yitirecektir, ama hiçbir zaman böyle bir uyumsuzluk olmaz. Evrimciler ise, sineğin bu mükemmel uçuş yeteneğinin nasıl ortaya çıktığını açıklamaları gerekirken, sineği çok daha hantal bir varlığın yani sürüngenin uçuşunun nedeni olarak gösteren hayali senaryolar üretmektedirler. Oysa sadece sinekteki üstün yaratılış bile evrimin iddiasını geçersiz kılar. İngiliz biyolog Wootton Robin, "Sinek Kanatlarının Mekanik Tasarımı" başlıklı bir makalede şöyle yazar5 "Sinek kanatlarının işleyişini öğrendikçe, sahip oldukları tasarımın ne denli hassas ve kusursuz olduğunu daha iyi anlıyoruz... Son derece elastik özelliklere sahip parçalar, havanın en iyi biçimde kullanılabilmesi için, gerekli kuvvetler karşısında gerekli esnekliği gösterecek biçimde hassasiyetle biraraya getirilmişlerdir. Sinek kanatlarıyla boy ölçüşebilecek teknolojik bir yapı yok gibidir."1 Öte yandan, sineklerin hayali evrimine delil oluşturabilecek tek bir fosil bile yoktur. Ünlü Fransız zoolog Grassé "böceklerin kökeni konusunda tam bir karanlık içindeyiz" derken bunu itiraf Memelilerin Kökeni Evrim teorisi, daha önce de belirttiğimiz gibi, denizden evrimleşerek çıkan hayali birtakım canlıların sürüngenlere dönüştüğünü, kuşların da sürüngenlerin evrimleşmesiyle oluştuğunu iddia eder. Aynı senaryoya göre sürüngenler yalnızca kuşların değil, aynı zamanda memelilerin de atasıdırlar. Oysa vücutları pullarla kaplı, soğukkanlı ve yumurtlayarak çoğalan sürüngenler ile, vücutları tüylü, sıcakkanlı ve doğurarak çoğalan memeliler arasında çok büyük yapısal uçurumlar vardır. Yarasalar Evrimciler bütün memeli türlerinin ortak bir atadan geldiğini öne sürerler, oysa ayı, balina, fare ya da yarasa gibi farklı memeli türleri arasında büyük farklılıklar vardır. Dahası bu canlıların çok özel tasarlanmış sistemleri bulunur. Örneğin yarasalar, karanlıkta yol bulmalarını sağlayan çok hassas bir sonar sistemiyle yaratılmışlardır. Modern teknolojinin taklit etmekle yetindiği bu gibi karmaşık sistemlerin, evrimin iddia ettiği gibi rastlantılarla ortaya çıkması ise mümkün değildir. Nitekim fosil kayıtları, yarasaların bugünkü kusursuz yapılarıyla bir anda ortaya çıktıklarını ve hiçbir evrim geçirmediklerini göstermektedir. Bu uçurumların bir örneği, sürüngenlerin ve memelilerin çene yapılarıdır. Memelilerde alt çenede tek bir kemik vardır ve dişler bu kemiğin üzerine oturur. Sürüngenlerde ise alt çenenin her iki yanında üçer tane küçük kemik bulunur. Bir başka temel farklılık, tüm memelilerin orta kulaklarında üç tane kemik örs, üzengi ve çekiç kemikleri bulunmasıdır; buna karşılık tüm sürüngenlerde orta kulakta tek bir kemik yer alır. Evrimciler, sürüngen çenesinin ve sürüngen kulağının aşamalı olarak memeli çenesine ve kulağına dönüştüğünü iddia ederler. Bunun nasıl gerçekleştiği sorusu elbette cevapsızdır. Özellikle tek kemikten oluşan bir kulağın üç kemikli hale nasıl dönüştüğü ve işitme duyusunun bu sırada nasıl devam ettiği, asla cevaplanamayan bir sürüngenlerle memelileri birbirine bağlayabilecek tek bir ara form fosili dahi bulunamamıştır. Bu yüzden evrimci paleontolog Roger Lewin, "ilk memeliye nasıl geçildiği hala bir sırdır" demek zorunda 20. yüzyılın en büyük evrim otoritelerinden ve Neo-Darwinist teorinin kurucularından biri olan George Gaylord Simpson ise, evrimciler açısından çok şaşırtıcı olan bu gerçeği şöyle ifade eder Dünya üzerindeki yaşamın en kafa karıştırıcı olayı, Mezozoik Çağı'nın, yani sürüngenler devrinin, memeliler devrine aniden değişmesidir. Sanki bütün başrol oyunculuğunun çok sayıda ve türdeki sürüngenler tarafından üstlenildiği bir oyunun perdesi bir anda indirilmiştir. Perde yeniden açıldığında ise, bu kez başrolünde memelilerin yer aldığı ve sürüngenlerin bir kenara itildiği yepyeni bir devir başlamıştır. Ortaya çıkan memelilerin bir önceki devire ait izleri ise yok Dahası, aniden ortaya çıkan memeliler birbirlerinden çok farklıdırlar. Yarasa, at, fare ve balina gibi son derece farklı canlıların hepsi memelidir ve aynı jeolojik dönemde ortaya çıkmışlardır. Bu canlıların aralarında evrimsel bir bağ kurmak, en geniş hayal gücü içinde bile imkansızdır. Evrimci zoolog Eric Lombard, Evolution Evrim adlı dergide şöyle yazar Memeliler sınıfı içinde evrimsel akrabalık ilişkileri filogenetik bağlar kurmak için bilgi arayanlar, hayalkırıklığına Tüm bunlar göstermektedir ki, canlılar yeryüzünde her zaman için arkalarında hiçbir evrimsel süreç olmadan, aniden ve kusursuz bir biçimde ortaya çıkmışlardır. Bu, yaratılmış olduklarının çok somut bir ispatıdır. Evrimciler ise, canlı türlerinin yeryüzünde belirli bir sıra ile ortaya çıkmış olmalarını, evrimleşmiş olduklarının göstergesi gibi yorumlamaya çalışırlar. Oysa canlıların yeryüzündeki ortaya çıkış sıralamaları, ortada hiçbir evrim olmadığına göre,"yaratılışın sıralaması"dır. Fosiller, yeryüzünün, üstün ve kusursuz bir yaratılışla, önce denizlerde sonra da karada yaşayan canlılarla doldurulduğunu ve bütün bunların ardından da insanoğlunun var edildiğini göstermektedir. İnsanoğlunun yeryüzünde hayata başlaması da -büyük bir kitle telkiniyle kabul ettirilmeye çalışılan "maymun insan" masalının aksine- bir anda ve eksiksiz bir biçimde olmuştur. Atın Evrimi Senaryosu Dünya üzerinde farklı büyüklükte at cinsleri yaşar. "Atın evrimi" şeması, bu farklı cinslere ve bazı diğer memelilere ait fosillerin art arda sıralanmasından başka bir şey değildir. Yakın bir zamana kadar, evrim teorisine kanıt olarak gösterilen fosil sıralamalarının en başında, atın sözde evrimine ait olduğu öne sürülen hayali bir sıralama gelmekteydi. Oysa bugün pek çok evrimci, atın evrimi senaryosunun geçersizliğini açıkça kabul eder. Kasım 1980'de Chicago Doğa Tarihi Müzesi'nde 150 evrimcinin katıldığı, dört gün süren ve kademeli evrim teorisinin sorunlarının ele alındığı bir toplantıda söz alan evrimci Boyce Rensberger, atın evrimi senaryosunun fosil kayıtlarında hiçbir dayanağı olmadığını ve atın kademeli evrimleşmesi gibi bir sürecin hiç yaşanmadığını şöyle anlatmıştır Yaklaşık 50 milyon yıl önce yaşamış dört tırnaklı, tilki büyüklüğündeki canlılardan bugünün daha büyük tek tırnaklı atına bir dizi kademeli değişim olduğunu öne süren ünlü atın evrimi örneğinin geçersiz olduğu uzun zamandır bilinmektedir. Kademeli değişim yerine, her türün fosilleri bütünüyle farklı olarak ortaya çıkmakta, değişmeden kalmakta, sonra da soyu tükenmektedir. Ara formlar Rensberger, dürüst bir tutumla atın evrimi senaryosundaki bu önemli açmazı dile getirirken aslında tüm teorinin fosil kayıtlarındaki en büyük çıkmazını, "ara-geçiş formları çıkmazı"nı gündeme getirmiştir. Atın evrimi şemalarının sergilendiği "İngiltere Doğa Tarihi Müzesi"nin yöneticilerinden ünlü evrimci paleontolog Colin Patterson da, hala müzenin alt katında duran bu sergi hakkında şunları söyler Patterson da, hala müzenin alt katında duran bu sergi hakkında şunları söyler Hayatın doğası hakkında her biri birbirinden hayali bir sürü kötü hikaye vardır. Bunun en ünlü örneğiyse, belki 50 yıl önce hazırlanmış olan ve hala alt katta duran atın evrimi sergisidir. Atın evrimi, birbirini izleyen yüzlerce bilimsel kaynak tarafından büyük bir gerçek gibi sunulmuştur. Ancak şimdi, bu tip iddiaları ortaya atan kişilerin yaptıkları tahminlerin, yalnızca spekülasyon olduklarını Peki "atın evrimi" senaryosunun dayanağı nedir? Bu senaryo, Hindistan, Güney Amerika, Kuzey Amerika ve Avrupa'da değişik zamanlarda yaşamış, farklı tür canlılara ait fosillerin evrimcilerin hayal güçleri doğrultusunda küçükten büyüğe doğru dizilmesiyle oluşturulan düzmece şemalarla ortaya atılmıştır. Değişik araştırmacıların öne sürdükleri 20'den fazla değişik atın evrimi şeması vardır. Hepsi de birbirinden farklı olan bu soy ağaçları hakkında evrimciler arasında da görüş birliği yoktur. Bu sıralamalardaki tek ortak nokta, 55 milyon yıl önceki Eosen Devri'nde yaşamış "Eohippus" Hyracotherium adlı köpek benzeri bir canlının atın ilk atası olduğuna inanılmasıdır. Oysa atın milyonlarca yıl önce yok olmuş atası olarak sunulan Eohippus, halen Afrika'da yaşayan ve atla hiçbir ilgisi ve benzerliği olmayan "Hyrax" isimli hayvanın Atın evrimi iddiasının tutarsızlığı, her geçen gün ortaya çıkan yeni fosil bulgularıyla daha açık olarak anlaşılmaktadır. Eohippus ile aynı katmanda, günümüzde yaşayan at cinslerinin de Equus Nevadensis ve Equus Occidentalis fosillerinin bulunduğu tespit Bu, modern at ile onun sözde atasının aynı zamanda yaşadığını göstermektedir ki, atın evrimi diye bir sürecin hiçbir zaman yaşanmadığının en açık kanıtıdır. Bir müzede bulunan bu at serisi diğerleri gibi değişik devirlerde değişik coğrafyalarda yaşamış çeşitli hayvanların taraflı bir bakış açısıyla, keyfi olarak birbiri ardına dizilmesiyle oluşturulur. Atın evrimi senaryosunun fosil kayıtlarında hiçbir dayanağı yoktur. Evrimci yazar Gordon R. Taylor, Darwinizm'in açıklayamadığı konuları ele alan The Great Evolution Mystery adlı kitabında at serileri hikayesinin aslını şöyle anlatır Darwinizm'in belki de en ciddi zaafiyeti, paleontologların, büyük evrimsel değişiklikleri gösterecek olan akrabalık ilişkilerini ve canlı sıralamalarını ortaya koyamamalarıdır... At serisi genellikle bu konuda çözüme kavuşturulmuş olan yegane örnek gibi gösterilir. Ama gerçek şudur ki, Eohippus'tan Equus'a kadar uzanan sıralama çok tutarsızdır. Bu sıralamanın, giderek artan bir vücut büyüklüğünü gösterdiği iddia edilir, ama aslında sıralamanın ileriki aşamalarına konan canlıların bazıları sıralamanın en başında yer alan Eohippus'tan daha büyük değil, daha küçüktürler. Farklı kaynaklardan gelen türlerin bir araya getirilip ikna edici bir görüntüye sahip olan bir sıralamada arka arkaya dizilmeleri mümkündür, ama tarihte gerçekten bu sıralama çinde birbirlerine izlediklerini gösteren hiçbir kanıt Tüm bu gerçekler, evrimin en sağlam delillerinden birisi gibi sunulan atın evrimi şemalarının, hiçbir geçerliliğe sahip olmayan hayali sıralamalar olduklarını ortaya koymuştur. Bu durum, evrim teorisinin ne derece elle tutulur, ciddiye alınacak bir teori olduğunu göstermesi ve savunucularının amaç ve yöntemlerini gözler önüne sermesi açısından oldukça önemlidir. KUŞLARIN VE MEMELİLERİN EVRİMİ SENARYODUR Gözlerin ve kanatların ortak özelliği ancak bütünüyle gelişmiş bulundukları takdirde vazifelerini yerine getirebilmeleridir. Başka bir deyişle, eksik gözle görülmez, yarım kanatla uçulmaz. Bu organların nasıl oluştuğu doğanın henüz iyi aydınlanmamış sırlarından birisi olarak kalmıştır. Engin Korur Evrim teorisine göre hayat suda evrimleştikten sonra amfibiyenlerle karaya taşınmıştır. Amfibiyenlerin bir kısmı da yine teoriye göre sürüngenlere dönüşüp tam bir kara hayvanı haline gelmiştir. Böyle bir dönüşümün fizyolojik ve anatomik yönden imkansız olduğunu, örneğin su içinde gelişen amfibiyen yumurtasının, kuru ortamda gelişen sürüngen yumurtasına evrimleşmesinin mümkün olmadığını gösteren çok sayıda delil vardır. Fosillere baktığımızda ise, zaten böyle bir dönüşümün yaşanmadığını görürüz Sürüngenler, amfibiyenler ile aralarında hiçbir ilişki olmadan, hiçbir “ataları” bulunmadan yeryüzüne çıkmış canlılardır. Omurgalı paleontolojisi konusunda otorite sayılan evrimci Robert Carroll “en erken sürüngenlerin, tüm amfibiyenlerden çok farklı olduklarını ve atalarının hala belirlenemediğini” kabul etmek zorunda kalır. Robert L. Carroll, Vertebrate Paleontology and Evolution, New York W. H. Freeman and Co., 1988, s. 198. KUŞLARA ÖZEL AKCİĞERLER Kuşlar, sözde ataları olan sürüngenlerden çok farklı bir anatomiye sahiptirler. Kuş akciğerleri, kara canlılarının akciğerlerine tamamen ters biçimde işler. Kara canlıları havayı aynı nefes borusundan alır ve verirler. Kuşlarda ise hava akciğere ön taraftan girerken arka taraftan dışarı verilir. Uçuş sırasında yüksek miktarda oksijene ihtiyaç duyan kuşlar için böyle özel bir “tasarım” yapılmıştır. Bu yapının sürüngen akciğerinden evrimleşerek ortaya çıkması ise imkansızdır, çünkü iki farklı akciğer yapısı arasındaki “ara” bir yapıyla nefes alınamaz. Ancak evrim masalının imkansız senaryoları bununla da bitmez. Bir de karaya çıkmış olan bu canlıları “uçurmak” gerekmektedir! Evrimciler, kuşların bir şekilde evrimleşmiş olmaları gerektiğine inandıkları için, bu canlıların sürüngenlerden geldiklerini iddia ederler. Oysa, kara canlılarından tamamen farklı bir yapıya sahip olan kuşların hiçbir vücut mekanizması kademeli evrim modeli ile açıklanabilir durumda değildir. Herşeyden önce kuşu kuş yapan en önemli özellik, yani kanatlar, evrim için çok büyük bir çıkmazdır. 4Kanatların kusursuz yapısının nasıl olup da birbirini izleyen tesadüfi mutasyonlar sonucunda meydana geldiği sorusu tümüyle cevapsızdır. Bir sürüngenin ön ayaklarının, genlerinde meydana gelen bir bozulma mutasyon sonucunda nasıl kusursuz bir kanada dönüşeceği asla açıklanamamaktadır. Ayrıca, bir kara canlısının kuşlara dönüşebilmesi için sadece kanatlarının olması da yeterli değildir. Kara canlısı, kuşların uçmak için kullandıkları diğer birçok yapısal mekanizmadan yoksundur. Örneğin, kuşların kemikleri kara canlılarına göre çok daha hafiftir. Akciğerleri çok daha farklı bir yapı ve işleve sahiptir. Değişik bir kas ve iskelet yapısına sahiptirler ve çok daha özelleşmiş bir kalp-dolaşım sistemleri vardır. Bu mekanizmalar, yavaş yavaş, “birikerek” oluşamazlar. Kara canlılarının kuşlara dönüştüğü teorisi bu nedenle tamamen bir safsatadır. Bunların ardından bir soru daha akla gelir Tüm bu bilim dışı hikayeyi doğru saysak bile, bu hikayeyi doğrulaması gereken çok sayıda “tek kanatlı”, “yarım kanatlı” fosil neden “aksi gibi” bir türlü bulunamamaktadır? HAYALİ ARA FORM ARCHAEOPTERYX Evrimciler, “tek kanatlı”, “yarım kanatlı” fosillerin neden bulunamadığı sorusu karşısında özellikle bir canlıdan söz ederler. Bu, hala ısrarla savundukları az sayıdaki ara geçiş formu iddialarından en bilineni olan Archæopteryx isimli fosil kuştur. Evrimcilere göre günümüz kuşlarının atası olan Archæopteryx, 150 milyon yıl önce yaşamıştı. Teoriye göre Velociraptor veya Dromeosaur ismi verilen küçük yapılı dinozorların bir kısmı, evrim geçirerek kanatlanmışlar ve uçmaya başlamışlardı. Archæopteryx, dinozor atalarından ayrılan ve yeni yeni uçmaya başlayan ilk canlıydı. Bu hikaye, hemen her evrimci yayında anlatılır. Oysa Archæopteryx’in fosilleri üzerinde yapılan son incelemeler, bu canlının kesinlikle bir ara geçiş formu olmadığını, sadece günümüz kuşlarından biraz daha farklı özelliklere sahip, soyu tükenmiş bir kuş türü olduğunu göstermektedir. Archæopteryx’in iyi uçamayan bir “yarı-kuş” olduğu tezi yakın zamana kadar evrimci çevrelerde çok daha fazla sıklıkla dile getirilmekteydi. Bu canlının “sternum”unun yani göğüs kemiğinin olmaması canlının uçamayacağının en önemli kanıtı olarak gösterilmekteydi. Göğüs kemiği, uçmak için gerekli olan kasların tutunduğu göğüs kafesinin altında bulunan bir kemiktir. Günümüzde uçabilen veya uçamayan tüm kuşlarda, hatta kuşlardan çok ayrı bir familyaya ait olan uçabilen memeli yarasalarda bile bu göğüs kemiği vardır. Ancak 1992 yılında bulunan yedinci Archæopteryx fosili evrimci çevreler arasında çok büyük şaşkınlık uyandırdı. Zira bu son bulunan Archæopteryx fosilinde evrimcilerin çok uzun zamandır yok saydıkları göğüs kemiği vardı. Nature dergisinde bu yeni bulunan fosil şöyle anlatılıyordu Son bulunan yedinci Archæopteryx fosili, uzun zamandır varlığından şüphe edilen, ama hiçbir zaman ispatlanamayan bir dikdörtgensel göğüs kemiğinin varlığına işaret ediyor. Bu canlının uzun mesafelerde uçuş yeteneği hala spekülasyona dayalı, ama göğüs kemiğinin varlığı güçlü uçuş kaslarının olduğunu gösteriyor. Bu bulgu, Archæopteryx’in tam uçamayan bir yarı-kuş olduğu yönündeki iddiaların en temel dayanağını geçersiz kıldı. Öte yandan, Archæopteryx’in gerçek anlamda uçabilen bir kuş olduğunun en önemli kanıtlarından bir tanesi de hayvanın tüylerinin yapısı oldu. Archæopteryx’in günümüz kuşlarınınkinden farksız olan asimetrik tüy yapısı, canlının mükemmel olarak uçabildiğini gösteriyordu. Ünlü paleontolog Carl O. Dunbar’ın belirttiği gibi, “tüylerinden dolayı bu yaratık tam bir kuş özelliği gösteriyordu”. Archæopteryx’in tüylerinin ortaya çıkarmış olduğu bir başka gerçek, bu canlının sıcakkanlı oluşuydu. Bilindiği gibi sürüngenler ve dinozorlar soğukkanlı, yani vücut ısılarını kendileri üretmeyen, çevrenin vücut ısılarını etkilediği canlılardır. Kuşlarda bulunan tüylerin en önemli fonksiyonlarından bir tanesi ise, vücut ısısını korumalarıdır. Archæopteryx’in tüylü olması, bunun dinozorların aksine sıcakkanlı olduğunu, yani vücut ısısını korumaya ihtiyacı olan gerçek bir kuş olduğunu gösteriyordu. Evrimcilerin Geçersiz İddiaları Archæopteryx’in Dişleri ve Pençeleri Evrimcilerin, Archæopteryx’i ara geçiş formu olarak gösterirken dayandıkları en önemli iki nokta ise, bu hayvanın kanatlarının üzerindeki pençeleri ve ağzındaki dişleridir. Archæopteryx’in kanatlarında pençeleri ve ağzında dişleri olduğu doğrudur, ancak bu özellikleri canlının sürüngenlerle herhangi bir şekilde bir ilgisi olduğunu göstermez. Zira günümüzde yaşayan iki tür kuşta, Taouraco ve Hoatzin’de de dallara tutunmaya yarayan pençeler bulunmaktadır. Ve bu canlılar, hiçbir sürüngen özelliği taşımayan, tam birer kuşturlar. Dolayısıyla Archæopteryx’in kanatlarında pençeleri olduğu ve bu sebeple de bir ara form olduğu yolundaki iddia geçersizdir. Archæopteryx’in ağzındaki dişleri de yine canlıyı bir ara form kılmaz. Evrimciler bu dişlerin bir sürüngen özelliği olduğunu söyleyerek kasıtlı bir aldatmaca yapmaktadırlar. Oysa dişler sürüngenlerin tipik bir özelliği değildir. Günümüzde bazı sürüngenlerin dişleri varken bazılarının yoktur. Daha da önemli olan nokta, dişli kuşların Archæopteryx’le sınırlı olmamasıdır. Günümüzde dişli kuşların artık yaşamadıkları bir gerçektir, ancak fosil kayıtlarına baktığımız zaman gerek Archæopteryx ile aynı dönemde gerekse daha sonra, hatta günümüze oldukça yakın tarihlere kadar “dişli kuşlar” olarak isimlendirilebilecek ayrı bir kuş grubunun yaşamını sürdürdüğünü görürüz. İşin en önemli yanı ise, Archæopteryx’in ve diğer dişli kuşların diş yapılarının, bu kuşların sözde evrimsel ataları olan dinozorların diş yapılarından çok farklı olmasıdır. Martin, Stewart ve Whetstone gibi ünlü kuşbilimcilerin yaptığı ölçümlere göre, Archæopteryx’in ve diğer dişli kuşların dişlerinin üstü düzdür ve geniş kökleri vardır. Oysa bu kuşların atası olduğu iddia edilen theropod dinozorlarının dişlerinin üstü testere gibi çıkıntılıdır ve kökleri de Aynı araştırmacılar, aynı zamanda Archæopteryx ile onun sözde ataları olan dinozorların bilek kemiklerini karşılaştırmışlar ve arada hiçbir benzerlik olmadığını ortaya Archæopteryx’in dinozorlardan evrimleştiğini iddia eden en önde gelen otorite olan John Ostrom’un, bu canlı ile dinozorlar arasında öne sürdüğü bazı “benzerlik”lerin ise gerçekte birer yanlış yorum olduğu Tarsitano, Hecht ve A. D. Walker gibi anatomistlerin çalışmalarıyla ortaya çıkmıştır. Tüm bunlar, Archæopteryx’in bir ara geçiş formu olmadığını; sadece “dişli kuşlar” olarak isimlendirilebilecek ayrı bir sınıflandırmaya ait olduğunu gösterir. Archæopteryx ve Diğer Eski Kuş Fosilleri Evrimciler on yıllardır Archæopteryx’i kuşların evrimi senaryosunun en büyük delili olarak gösterirken, son dönemlerde bulunan bazı fosiller bu senaryonun geçersizliğini başka yönlerden ortaya koydular. 1995 yılında Çin’de Omurgalılar Paleontolojisi Enstitüsü’nde araştırmalar yapan Lianhai Hou ve Zhonghe Zhou adlı iki paleontolog, Confuciusornis olarak isimlendirdikleri yeni bir fosil kuş keşfettiler. Archæopteryx ile aynı yaştaki yaklaşık 140 milyon yıllık bu kuşun dişleri yoktu, gagası ve tüyleri ise günümüz kuşlarıyla aynı özellikleri göstermekteydi. İskelet yapısı da modern kuşlarla aynı olan bu kuşun kanatlarında, Archæopteryx’te olduğu gibi pençeler vardı. Kuyruk tüylerine destek olan “pygostyle” isimli yapı bu kuşta da görülüyordu. Kısacası, evrimciler tarafından tüm kuşların en eski atası sayılan ve yarı-sürüngen kabul edilen Archæopteryx’le aynı yaşta olan bu canlı, günümüz kuşlarına çok benziyordu. Bu gerçek, Archæopteryx’in bütün kuşların ilkel atası olduğu yönündeki evrimci tezleri de çürütüyordu doğal olarak. Confuciusornis isimli kuş Archaeopteryx ile aynı yaştadır. Çin’de Kasım 1996′da bulunan bir başka fosil, ortalığı daha da karıştırdı. 130 milyon yıl yaşındaki Liaoningornis isimli bu kuşun varlığı Hou, Martin ve Alan Feduccia tarafından Science dergisinde yayınlanan bir makaleyle duyuruldu. Liaoningornis, günümüz kuşlarında bulunan uçuş kaslarının tutunduğu göğüs kemiğine sahipti. Diğer yönleriyle de bu canlı günümüz kuşlarından farksızdı. Tek farkı, ağzında dişlerinin olmasıydı. Bu durum, dişli kuşların, hiç de evrimcilerin iddia ettiği gibi ilkel bir yapıya sahip olmadıklarını Alan Feduccia, Discover dergisinde yayınlanan yorumunda, Liaoningornis’in, kuşların kökeninin dinozorlar olduğu iddiasını geçersiz kıldığını rchæopteryx’le ilgili evrimci iddiaları çürüten bir başka fosil ise Eoalulavis oldu. Archæopteryx’ten 30 milyon yıl daha genç yani 120 milyon yıl yaşında olduğu söylenen Eoalulavis’in kanat yapısının aynısı, günümüzdeki bazı uçan kuşlarda görülüyordu. Bu da 120 milyon yıl önce, günümüzdeki kuşlardan birçok yönden farksız canlıların göklerde uçmakta olduklarını ispatlıyordu. Böylece Archæopteryx ve diğer arkaik kuşların birer ara geçiş formu olmadıkları kesin bir biçimde ispatlanmış oldu. Fosiller, farklı kuş türlerinin birbirlerinden evrimleştiklerini göstermiyorlardı. Aksine, günümüz kuşlarının ve Archæopteryx benzeri bazı özgün kuş türlerinin beraberce yaşadıklarını ispatlıyorlardı. Bu kuşların bazılarının, örneğin Confuciusornis veya Archæopteryx’in soyları tükenmiş, günümüze ancak az sayıdaki kuş gelebilmişti. Kısacası Archæopteryx’in birtakım özgün özellikleri, bu canlının bir “ara form” olduğunu göstermemektedir. Nitekim bugün evrim teorisinin ünlü savunucularından Harvard paleontologları Stephen Jay Gould ve Niles Eldredge de, Archæopteryx’in farklı özellikleri bünyesinde barındıran bir “mozayik” canlı olduğunu, ama asla bir ara form sayılamayacağını kabul etmektedirler. S. J. Gould & N. Eldredge, Paleobiology, Vol 3, 1977, s. 147. Prof. Alan Feduccia Öte yandan “zamanlama uyumsuzluğu” da, Archaeopteryx hakkındaki evrimci iddialara öldürücü bir darbe indirmektedir. Amerikalı biyolog Jonathan Wells de Icons of Evolution Evrimin İkonaları adlı kitabında, Archaeopteryx’in evrim adına adeta bir “ikona” kutsal sembol haline getirildiğini, oysa delillerin bu canlının “kuşların ilkel atası” olmadığını açıkca gösterdiğini vurgular. Wells’e göre bunun göstergelerinden biri, Archaeopteryx’in atası olarak gösterilen theropod iki ayaklı dinozorların, aslında Archaeopteryx’ten daha genç olmalarıdır Yerde koşan koşan iki ayaklı dinozorlar, Archaeopteryx’in teorik atalarından beklenebilecek bazı özelliklere sahiptirler, ama fosil kayıtlarında Archaeopteryx’ten daha sonra ortaya çıkarlar. Jonathan Wells, Icons of Evolution, Regnery Publishing, 2000, s, 117 Hayali Kuş-Dinozor Bağlantısı Archæopteryx’i ara form olarak göstermeye çalışan evrimcilerin iddiası, başta da belirttiğimiz gibi kuşların dinozorlardan evrimleştiğidir. Oysa dünyanın en önde gelen kuşbilimcilerinden biri olan Kuzey Carolina Üniversitesi profesörü Alan Feduccia, bir evrimci olmasına karşılık, kuşların dinozorlarla akraba olduğu teorisine kesinlikle karşı çıkmaktadır. Feduccia, şöyle der 25 sene boyunca kuşların kafataslarını inceledim ve dinozorlarla aralarında hiçbir benzerlik görmüyorum. Kuşların dört ayaklılardan evrimleştiği teorisi paleontoloji alanında 20. yüzyılın en büyük utancı olacaktır. Pat Shipman, “Birds Do It… Did Dinosaurs?”, s. 28 Kansas Üniversitesi’nde eski kuşlar üzerinde uzman olan Larry Martin de kuşların dinozorlarla aynı soydan geldiği teorisine karşı çıkmaktadır. Martin, evrimin bu konuda içine düştüğü çelişkiden söz ederken, “doğrusunu söylemek gerekirse, eğer dinozorlarla kuşların aynı kökenden geldiklerini savunuyor olsaydım, bunun hakkında her kalkıp konuşmak zorunda oluşumda utanıyor olacaktım” Pat Shipman, “Birds Do It… Did Dinosaurs?”, s. 28. demektedir. Kısacası, yegane temelini Archæopteryx’e dayandırmaya çalışan “kuşların evrimi” senaryosu, sadece ve sadece evrimcilerin önkabullerinin ve hayal güçlerinin bir ürünüdür. SİNEKLERİN KÖKENİ NEDİR? Evrim senaryolarından bir örnek Sinek yakalamaya çalışırken aniden kanatlanan dinozorlar! Evrimciler, dinozorların kuşlara dönüştüğünü iddia ederken, sinek avlamak için önayaklarını birbirine çırpan bazı dinozorların resimde görüldüğü gibi “kanatlanıp havalandıklarını” öne sürerler. Hiçbir bilimsel dayanağı olmayan, sadece hayal gücünün bir ürünü olan bu teori, aynı zamanda çok basit bir mantık çelişkisi de içermektedir. Çünkü evrimcilerin burada uçuşun kökenini açıklamak için gösterdiği örnek, yani sinek, zaten mükemmel bir uçma yeteneğine sahiptir. İnsan saniyede 10 kere bile kolunu açıp kapayamazken, ortalama bir sinek, saniyede 500 kez kanat çırpma yeteneğine sahiptir. Üstelik her iki kanadını eşzamanlı olarak çırpar. Eğer kanatların titreşimi arasında en ufak bir uyumsuzluk olsa sinek dengesini yitirecektir, ama hiçbir zaman böyle bir uyumsuzluk olmaz. Evrimciler ise, sineğin bu mükemmel uçuş yeteneğinin nasıl ortaya çıktığını açıklamaları gerekirken, sineği çok daha hantal bir varlığın yani sürüngenin uçuşunun nedeni olarak gösteren hayali senaryolar üretmektedirler. Oysa sadece sinekteki üstün yaratılış bile evrimin iddiasını geçersiz kılar. İngiliz biyolog Wootton Robin, “Sinek Kanatlarının Mekanik Tasarımı” başlıklı bir makalede şöyle yazar “Sinek kanatlarının işleyişini öğrendikçe, sahip oldukları tasarımın ne denli hassas ve kusursuz olduğunu daha iyi anlıyoruz… Son derece elastik özelliklere sahip parçalar, havanın en iyi biçimde kullanılabilmesi için, gerekli kuvvetler karşısında gerekli esnekliği gösterecek biçimde hassasiyetle biraraya getirilmişlerdir. Sinek kanatlarıyla boy ölçüşebilecek teknolojik bir yapı yok gibidir.”1 Öte yandan, sineklerin hayali evrimine delil oluşturabilecek tek bir fosil bile yoktur. Ünlü Fransız zoolog Grassé “böceklerin kökeni konusunda tam bir karanlık içindeyiz” derken bunu itiraf 1 J. Robin Wootton, “The Mechanical Design of Insect Wings”, Scientific American, Cilt 263, Kasım 1990, s. 120. 2 Pierre-P Grassé, Evolution of Living Organisms, New York Academic Press, 1977, s. 30. MEMELİLERİN KÖKENİ Evrim teorisi, daha önce de belirttiğimiz gibi, denizden evrimleşerek çıkan hayali birtakım canlıların sürüngenlere dönüştüğünü, kuşların da sürüngenlerin evrimleşmesiyle oluştuğunu iddia eder. Aynı senaryoya göre sürüngenler yalnızca kuşların değil, aynı zamanda memelilerin de atasıdırlar. Oysa vücutları pullarla kaplı, soğukkanlı ve yumurtlayarak çoğalan sürüngenler ile, vücutları tüylü, sıcakkanlı ve doğurarak çoğalan memeliler arasında çok büyük yapısal uçurumlar vardır. Bu uçurumların bir örneği, sürüngenlerin ve memelilerin çene yapılarıdır. Memelilerde alt çenede tek bir kemik vardır ve dişler bu kemiğin üzerine oturur. Sürüngenlerde ise alt çenenin her iki yanında üçer tane küçük kemik bulunur. Bir başka temel farklılık, tüm memelilerin orta kulaklarında üç tane kemik örs, üzengi ve çekiç kemikleri bulunmasıdır; buna karşılık tüm sürüngenlerde orta kulakta tek bir kemik yer alır. Evrimciler, sürüngen çenesinin ve sürüngen kulağının aşamalı olarak memeli çenesine ve kulağına dönüştüğünü iddia ederler. Bunun nasıl gerçekleştiği sorusu elbette cevapsızdır. Özellikle tek kemikten oluşan bir kulağın üç kemikli hale nasıl dönüştüğü ve işitme duyusunun bu sırada nasıl devam ettiği, asla cevaplanamayan bir sorudur. Nitekim sürüngenlerle memelileri birbirine bağlayabilecek tek bir ara form fosili dahi bulunamamıştır. Bu yüzden evrimci paleontolog Roger Lewin, “ilk memeliye nasıl geçildiği hala bir sırdır” demek zorunda kalır. Roger Lewin, “Bones of Mammals, Ancestors Fleshed Out”, Science, cilt 212, 26 Haziran 1981, s. 1492. 20. yüzyılın en büyük evrim otoritelerinden ve Neo-Darwinist teorinin kurucularından biri olan George Gaylord Simpson ise, evrimciler açısından çok şaşırtıcı olan bu gerçeği şöyle ifade eder Dünya üzerindeki yaşamın en kafa karıştırıcı olayı, Mezozoik Çağı’nın, yani sürüngenler devrinin, memeliler devrine aniden değişmesidir. Sanki bütün başrol oyunculuğunun çok sayıda ve türdeki sürüngenler tarafından üstlenildiği bir oyunun perdesi bir anda indirilmiştir. Perde yeniden açıldığında ise, bu kez başrolünde memelilerin yer aldığı ve sürüngenlerin bir kenara itildiği yepyeni bir devir başlamıştır. Ortaya çıkan memelilerin bir önceki devire ait izleri ise yok gibidir. George Gaylord Simpson, Life Before Man, New York Time-Life Books, 1972, s. 42. Dahası, aniden ortaya çıkan memeliler birbirlerinden çok farklıdırlar. Yarasa, at, fare ve balina gibi son derece farklı canlıların hepsi memelidir ve aynı jeolojik dönemde ortaya çıkmışlardır. Bu canlıların aralarında evrimsel bir bağ kurmak, en geniş hayal gücü içinde bile imkansızdır. Evrimci zoolog Eric Lombard, Evolution Evrim adlı dergide şöyle yazar Memeliler sınıfı içinde evrimsel akrabalık ilişkileri filogenetik bağlar kurmak için bilgi arayanlar, hayalkırıklığına uğrayacaktır. Eric Lombard, “Review of Evolutionary Principles of the Mammalian Middle Ear, Gerald Fleischer”, Evolution, Cilt 33, Aralık 1979, s. 1230. Tüm bunlar göstermektedir ki, canlılar yeryüzünde her zaman için arkalarında hiçbir evrimsel süreç olmadan, aniden ve kusursuz bir biçimde ortaya çıkmışlardır. Bu, yaratılmış olduklarının çok somut bir ispatıdır. Evrimciler ise, canlı türlerinin yeryüzünde belirli bir sıra ile ortaya çıkmış olmalarını, evrimleşmiş olduklarının göstergesi gibi yorumlamaya çalışırlar. Oysa canlıların yeryüzündeki ortaya çıkış sıralamaları, ortada hiçbir evrim olmadığına göre, “yaratılışın sıralaması”dır. Fosiller, yeryüzünün, üstün ve kusursuz bir yaratılışla, önce denizlerde sonra da karada yaşayan canlılarla doldurulduğunu ve bütün bunların ardından da insanoğlunun var edildiğini göstermektedir. İnsanoğlunun yeryüzünde hayata başlaması da -büyük bir kitle telkiniyle kabul ettirilmeye çalışılan “maymun insan” masalının aksine- bir anda ve eksiksiz bir biçimde olmuştur. ATIN EVRİMİ SENARYOSU Yakın bir zamana kadar, evrim teorisine kanıt olarak gösterilen fosil sıralamalarının en başında, atın sözde evrimine ait olduğu öne sürülen hayali bir sıralama gelmekteydi. Oysa bugün pek çok evrimci, atın evrimi senaryosunun geçersizliğini açıkça kabul eder. Kasım 1980′de Chicago Doğa Tarihi Müzesi’nde 150 evrimcinin katıldığı, dört gün süren ve kademeli evrim teorisinin sorunlarının ele alındığı bir toplantıda söz alan evrimci Boyce Rensberger, atın evrimi senaryosunun fosil kayıtlarında hiçbir dayanağı olmadığını ve atın kademeli evrimleşmesi gibi bir sürecin hiç yaşanmadığını şöyle anlatmıştır Yaklaşık 50 milyon yıl önce yaşamış dört tırnaklı, tilki büyüklüğündeki canlılardan bugünün daha büyük tek tırnaklı atına bir dizi kademeli değişim olduğunu öne süren ünlü atın evrimi örneğinin geçersiz olduğu uzun zamandır bilinmektedir. Kademeli değişim yerine, her türün fosilleri bütünüyle farklı olarak ortaya çıkmakta, değişmeden kalmakta, sonra da soyu tükenmektedir. Ara formlar bilinmemektedir. Rensberger, dürüst bir tutumla atın evrimi senaryosundaki bu önemli açmazı dile getirirken aslında tüm teorinin fosil kayıtlarındaki en büyük çıkmazını, “ara-geçiş formları çıkmazı”nı gündeme getirmiştir. Atın evrimi şemalarının sergilendiği “İngiltere Doğa Tarihi Müzesi”nin yöneticilerinden ünlü evrimci paleontolog Colin Patterson da, hala müzenin alt katında duran bu sergi hakkında şunları söyler Hayatın doğası hakkında her biri birbirinden hayali bir sürü kötü hikaye vardır. Bunun en ünlü örneğiyse, belki 50 yıl önce hazırlanmış olan ve hala alt katta duran atın evrimi sergisidir. Atın evrimi, birbirini izleyen yüzlerce bilimsel kaynak tarafından büyük bir gerçek gibi sunulmuştur. Ancak şimdi, bu tip iddiaları ortaya atan kişilerin yaptıkları tahminlerin, yalnızca spekülasyon olduklarını düşünüyorum. Colin Patterson, Harper’s, Şubat 1984, s. 60. Peki “atın evrimi” senaryosunun dayanağı nedir? Bu senaryo, Hindistan, Güney Amerika, Kuzey Amerika ve Avrupa’da değişik zamanlarda yaşamış, farklı tür canlılara ait fosillerin evrimcilerin hayal güçleri doğrultusunda küçükten büyüğe doğru dizilmesiyle oluşturulan düzmece şemalarla ortaya atılmıştır. Değişik araştırmacıların öne sürdükleri 20′den fazla değişik atın evrimi şeması vardır. Hepsi de birbirinden farklı olan bu soy ağaçları hakkında evrimciler arasında da görüş birliği yoktur. Bu sıralamalardaki tek ortak nokta, 55 milyon yıl önceki Eosen Devri’nde yaşamış “Eohippus” Hyracotherium adlı köpek benzeri bir canlının atın ilk atası olduğuna inanılmasıdır. Oysa atın milyonlarca yıl önce yok olmuş atası olarak sunulan Eohippus, halen Afrika’da yaşayan ve atla hiçbir ilgisi ve benzerliği olmayan “Hyrax” isimli hayvanın aynısıdır. Atın evrimi iddiasının tutarsızlığı, her geçen gün ortaya çıkan yeni fosil bulgularıyla daha açık olarak anlaşılmaktadır. Eohippus ile aynı katmanda, günümüzde yaşayan at cinslerinin de Equus Nevadensis ve Equus Occidentalis fosillerinin bulunduğu tespit edilmiştir. Bu, modern at ile onun sözde atasının aynı zamanda yaşadığını göstermektedir ki, atın evrimi diye bir sürecin hiçbir zaman yaşanmadığının en açık kanıtıdır. Evrimci yazar Gordon R. Taylor, Darwinizm’in açıklayamadığı konuları ele alan The Great Evolution Mystery adlı kitabında at serileri hikayesinin aslını şöyle anlatır Bir müzede bulunan bu at serisi diğerleri gibi değişik devirlerde değişik coğrafyalarda yaşamış çeşitli hayvanların taraflı bir bakış açısıyla, keyfi olarak birbiri ardına dizilmesiyle oluşturulur. Atın evrimi senaryosunun fosil kayıtlarında hiçbir dayanağı yoktur. Darwinizm’in belki de en ciddi zaafiyeti, paleontologların, büyük evrimsel değişiklikleri gösterecek olan akrabalık ilişkilerini ve canlı sıralamalarını ortaya koyamamalarıdır… At serisi genellikle bu konuda çözüme kavuşturulmuş olan yegane örnek gibi gösterilir. Ama gerçek şudur ki, Eohippus’tan Equus’a kadar uzanan sıralama çok tutarsızdır. Bu sıralamanın, giderek artan bir vücut büyüklüğünü gösterdiği iddia edilir, ama aslında sıralamanın ileriki aşamalarına konan canlıların bazıları sıralamanın en başında yer alan Eohippus’tan daha büyük değil, daha küçüktürler. Farklı kaynaklardan gelen türlerin bir araya getirilip ikna edici bir görüntüye sahip olan bir sıralamada arka arkaya dizilmeleri mümkündür, ama tarihte gerçekten bu sıralama çinde birbirlerine izlediklerini gösteren hiçbir kanıt yoktur. Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery, London Sphere Books, 1984, s. 230 Tüm bu gerçekler, evrimin en sağlam delillerinden birisi gibi sunulan atın evrimi şemalarının, hiçbir geçerliliğe sahip olmayan hayali sıralamalar olduklarını ortaya koymuştur. Bu durum, evrim teorisinin ne derece elle tutulur, ciddiye alınacak bir teori olduğunu göstermesi ve savunucularının amaç ve yöntemlerini gözler önüne sermesi açısından oldukça önemlidir. Kuşlar Latince Aves, tüylü, kanatlı, sıcakkanlı, yumurta ile üreyen, omurgalı hayvanlar. Yaklaşık civarında yaşayan türüyle en kalabalık tetrapod omurgalıları oluştururlar. Kuzey Kutbundan Güney Kutbuna dünya üzerindeki tüm ekosistemlerde yaşarlar. Boyutları arı sinek kuşunda 5 cm ile deve kuşunda 2,7 m'ye kadar değişir. Bulunan fosillere göre kuşlar, yaklaşık 150-200 milyon yıl önce, Jura Devri'nde dinozorlardan gelmektedir. Bilinen ilk kuş Jura Devri'nin sonlarında yaklaşık 155-150 milyon yıl önce yaşamış olan Archaeopteryx 'tir. Kuşlar, diğer canlı alemlerinden farklı olarak bazı özelliklere sahiptir. İlk sabit sıcaklıklı canlılar olma özelliğini taşırlar. Belirgin özellik olarak, üyelerinin tümü, diğer hiçbir hayvan grubunda görülmeyen tüylerle kaplıdır. Ön üyeleri kanatlara dönüşmüştür ve arka üyelerdeki kemikler intertarsal eklem oluşturacak şekilde dizilmiştir. Trake ve bronşlarının bulunduğu yerde çok gelişmiş bir ses kutuları vardır. Sert kabuklu yumurta bırakırlar ve kuluçkaya yatarlar. Embriyo, yumurta kabuğu ve amniyon zarı ile çevrilidir. Kuşların tam işlev gören, karmaşık ve gelişmiş, büyük ve küçük dolaşım sistemleri vardır. • Vücutları sıcaklıkları sabittir.• Ön üyeleri kanat şeklindedir.• Derilerinin üstü tüylerle örtülüdür.• Akciğer solunumu yaparlar.• Yumurta ile çoğalırlar.• Yavru bakımı görülür.• İç döllenme görülür.• Gelişimleri sırasında başkalaşım geçirmezler.• Yavrularını sütle beslemezler.• Kalpleri 4 odacıklıdır.• Kirli kan akciğerde temizlenir.• Kalpte kirli ve temiz kan karışmaz. Vücudu temiz kan dolaşır.• Vücutları tüylerle kaplıdır.• Sıcakkanlı canlılardır.• Ağızlarında diş bulunmaz. Katı besinler taşlıklarındaki taşlar ve kaslar yardımıyla parçalanır.• Yumurta ile çoğalırlar Kuşların Kalbi Kaç Odacıklıdır. Vücutları tüylerle kaplı,gagaları olan ve dişleri olmayan kanatlı canlılardır. Kalpleri 4 odacıklı olup temiz kan ile kirli kan birbirine karışmaz. Vücuda temiz kan nedenle sıcakkanlı canlılardır. Sindirim sisteminde taşlık denilen bir kısım bulunur. Burada sindirim olayları meydana gelir. Akciğer solunumu yaparlar. Kuşlarda kemiklerinin içerisinde hava keseleri bulunur. Hava keseleri akciğerle bağlantılıdır. Hava keseleri kuşun özkütlesiniyoğunluğunu azaltarak uçmasını kolaylaştırır. İç döllenme, dış gelişme görülür. Çiftleşme sonucu döllenen yumurtalar yapılan yuvada korunur, yumurtadan çıkan yavrular ebeveynleri tarafından ve beslenirler. Yuva yapma ve yavru bakımı görülür. Kış uykusu görülmez. Bir çok kuş kış gelince sıcak bölgelere göç eder. Penguen,tavuk,kaz,ördek,devekuşu,serçe,kanarya,kartal,doğan,şahin örnek olarak verilebilir. Gerçek dişlerin olmayışı, derilerinde salgı bezlerinin olmaması, tüysüz kısımlarında pul bulundurmaları, kafatasının omurgaya bağlanması ve göğüs kemiğinin iyi gelişmiş olması diğer canlılarda az olarak görülebilen özelliklerindendir. Bununla beraber, alyuvarları çekirdekli ve oval, akciğerleri havayı daha verimli kullanabilir tiptedir. Böbrekler metanefroz tiptedir ve boşaltım kanalları kloaka açılır. Devekuşları hariç idrar keseleri yoktur. Atık ürün katı ürik asittir. Bir çift testis bulundururlar ve bunlar kloaka açılır. Ayrı eşeyli canlılardır. Çiftleşme organı penis bazı türler kaz, ördek haricinde yoktur. Yumurtaları telolesital tiptedir ve meroblastik gelişme gösterir. Her zaman iç döllenme görülür. Beyinden 12 çift sinir çıkar. Görme organları diğer duyu organlarına göre çok daha iyi gelişmiştir. Koku alma duyusu kısmen körelmiştir. Kuşlar, metabolizma hızları en yüksek olan canlı grubudur. Kuşlarda göç, yılın belli bir dönemini, kuluçkaya yattığı yerden uzak olarak geçirmek anlamına gelir. Gezici kuşlar, kuluçka yerinden değişik yönlere doğru kısmen ayrılan kuşlardır. Yerli kuşlar ise, sürekli kuluçka bölgesinde kalan kuşlardır. Her üç grubunda arasında geçiş formu gruplar bulunmaktadır. Göç davranışı, kuluçka bölgesinde geçici olarak besinin azalması ile ortaya çıkabilir. Kuzeydeki kuşların soğuk mevsimle ve bitkilerin yapraklarını dökmesiyle göç ettikleri bilinir. Örneğin su kuşlarının yaşadıkları yerde suların buz tutmasıyla ya da güneyde yaşayanlarda kuraklık nedeniyle yazın kuzeye de göç davranışı başlar. Çoğu kuşta, kışlama ve kuluçkaya yatma bölgeleri kalıtsal olarak saptanmıştır. İlkbaharda ya da yazın iç, kısmen dış etkilerle göç başlatılır. Kuşlar, sürüngenler ile yakın akrabadırlar. Bu nedenle sürüngenlerle birlikte Sauropsida, üst sınıfında toplanırlar. Diapsid Archosauria'dan, özellikle Triyas'ta büyük ölçüde farklılaşmış Thecondonti'dan türemişlerdir. Bu sonuncu grubun içinde bulunan Pseudosuchia, bununla ilgili olarak Dinosauria kuşlara en yakın gruplar olarak varsayılır. En eski kuş fosili, Solenhofen'ın Batı Almanya Üst Jura 140 milyon yıl katmanlarında bulunan Archaeopteryx'dir. 1860 yılında ilk defa tek bir telek, 1861 yılında ise, baş hariç tüm iskelet sistemi tam olan bir fosil bulunmuştur. Bulunan bu fosil, bilim dünyasında bir sansasyon yaratmıştır. Çünkü bu fosil, sürüngen ve kuş özelliklerinin her ikisini de aynı ölçüde taşımaktadır. Fosil, Meyer tarafından Archaeopteryx lithographica olarak tanımlanmış ve Londra'daki British Museum'a konulmuştur. Kuşların dinozorlar'ın evrimi ile geliştiğini gösteren çok sayıda kanıt bulunur; bunlar kemiklerindeki hava boşlukları, göğüs, kanat-ön extremite yapılarındaki benzerlikler, günümüzde sadece kuşlarda bulunan lades kemiğinin dinozor iskelet yapılarında da aynen yer alması ve benzerleridir. Ayrıca genetik biliminin gelişmesi ile, kuş embriyoları üzerinde çalışan bilim insanları bazı kapalı genleri açarak kuş embriyolarında kuşların evrimsel atası olan dinozor embriyolarındakine benzer görüntülere diş, pul, boyun ve kuyruk yapısı 1. Wikipedia 2,Kuşların kalbi kaç odacıklıdır? Böceklerden insanlara kadar tüm hayvanlar uyur. İnsanlarda uykuya özgü beyin etkinlikleri de tanımlanabilmiştir Yavaş dalga etkinliği periyotlarının her birini, kısa süreli REM Hızlı Göz Hareketleri [İng. Rapid Eye Movements] uykusu evreleri izler. Uykunun, beyindeki işlevleri tam anlaşılamamış olan bu elektriksel özellikleri, şimdiye dek sadece memelilerde ve kuşlarda tanımlanmış; sürüngenler, amfibiler hem karada hem suda yaşayan ikiyaşayışlılar ve balıklar için tanımlanmamıştı. Fakat şu da bir gerçek ki, kuşlar aslında sürüngen. Sonuçta onlar, epeydir soyları tükenmiş durumda olan dinozorların tüylü torunları. O halde beyinsel uyku nasıl evrimleşti? Geçtiğimiz günlerde, Frankfurt’ta bulunan Max Planck Enstitüsü Beyin Araştırmaları Bölümü’nden Gilles Laurent ve laboratuvarında çalışan ekibi, ilk kez olarak bir sürüngende yavaş dalga uykusu ve REM uykusu tanımladı. Avustralya sakallı ejderi Lat. Pogona vitticeps üzerinde yapılan araştırmadan elde edilen bulgular, beyinsel uykunun amniyotların evriminde, yani omurgalıların karaya çıkmaya başlamasıyla, hatta belki daha önce ortaya çıkmış olduğuna işaret ediyor. Kuşlar, sürüngenler ve memeliler amniyottur. Yumurtalarının suyun dışında hayatta kalabilmesi dolayısıyla karada üreyebilen, dört ayağı olan omurgalı bir ortak atadan gelirler. İlk amniyotlar yaklaşık 320 milyon yıl önce belirdi. Kısa süre içinde amniyotlar, birinin sonu memelilere varacak olan, diğerinin sonu da sürüngenler ile kuşlara varacak olan iki dala ayrıldı. Sakallı ejderler, 250 milyon yıl kadar önce ortak sürüngen kolundan dallanan bir kertenkele türüdür. Bu dal, dinazorlara ve kuşlara uzanan daldan çok daha önce belirmiştir. Dolayısıyla kertenkelede, kuşta ve memelide gözlemlenen görüngüler, büyük olasılıkla ortak atalarında da bulunmuştur. Gilles Laurent ve ekibi, basit yapılı ve atalardan kalma tasarımından ötürü sürüngen beynini inceleyerek, kortikal işlevini, dinamiklerini ve hesaplama gücünü anlamaya çalışıyor. Bu çalışmalardan birini yaparken, geceleyin dinlenmekte olan kertenkelelerin kayda alınan beyin etkinliklerinin, iki durum arasında düzenli bir salınım yaptığını gözlemlediler. Son çalışmaları da bu gözlemden hareketle yapılmış. Ekip şu soruyu sormuş Gördüğümüz şey, yavaş dalga uykusu ve REM uykusu mu? Bu soruyu yanıtlamak için beyinden kaydedilen nöron etkinliğini çok sayıda istatistiksel, dinamiksel ve anatomik özelliklere dayanarak ve onları gözlemlenebilen davranışlarla örneğin, gözlerin hızlı şekilde hareket etmesi gibi ilişkilendirerek sınıflandırmak gerekiyor. Laurent ve ekibi yayımladıkları raporda, Avustralya ejderinde, memeli uykusuna çok benzer özellikler taşıyan REM ve yavaş dalga uykusunun varlığını tanımlıyor. Sakallı ejderin uykusu iki evreden oluşuyor Birinde frekansı düşük, genliği büyük ortalama beyin etkinliği ve nadir nöron ateşlemesi yavaş dalga uykusu, diğerinde ise uyanık zamanlardakine benzer bir beyin etkinliği ve hızlı göz hareketleri REM uykusu oluyor. Memeli uykusu ile benzer olan bir başka özellik de yavaş dalga uykusu sırasında korteksin diğer bir alanla koordineli etkinliği. Ejderlerde bu alana “arka karıncık tepesi” İng. dorsal ventricular ridge adı verilirken, memelilerdeki karşılığı hipokampüstür. Araştırmacılar ilginç farklar olduğunu da belirtiyor. Örneğin kertenkelenin uyku ritmi aşırı düzenli ve hızlı. Bir uyku çevrimi 27°C ortamda 80 saniye kadar sürüyor. Bu çevrim insanlarda 60-90 dakika, kedilerde ise 30 dakikadır. Ayrıca kertenkelelerde iki evrenin uzunluğu hemen hemen eşitken, memelilerde REM evresi diğerinden çok daha kısa sürer. Kuşlarda ise hem kısa hem de düzensizdir. Tüm bunlar düşünüldüğünde, kertenkele uykusunun çok daha basit ve beyin uykusunun atalardaki durumuna muhtemelen çok daha benzer olduğu çıkarımı yapılabilir. Peki bu bulguları sürüngen, kuş ve memelilerin ortak atasına mı, yoksa ayrı ataların geçirdiği yakınsak evrime mi yormalı? Laurent şöyle açıklıyor “Uyku beyin dinamiği gibi karmaşık bir görüngü için yakınsak evrimin amniyot evriminde iki ya da üç kez gerçekleştiğini kabul etmek, ortak ata kaynaklı olduğunu düşünmekten daha güç. Sürüngenlerin ilk dallanmalarını göz önüne alırsak, kaplumbağalar, kertenkeleler ve timsahlar gibi çeşitli sürüngen kollarından gelen ek kanıtlar ortak ata olasılığını kuvvetlendirir. Şu anda elimizdeki kanıtlar, REM ve yavaş dalga uykusunun orijini olarak sürüngenlerin, kuşların ve memelilerin ortak atası olan ve yaklaşık 320 milyon yıl önce yaşamış bir türe işaret ediyor.” O zamanlar, yani 320 milyon yıl önce kıtaların henüz oluşmadığını ve dünyanın üzerinde yüzen tek parça kara olduğunu anımsayalım. Bu araştırmanın üzerine izlemenizi önerebileceğimiz ve aşağıdaki videoda Türkçe altyazılı olarak bulabileceğiniz İçimizdeki Sürüngen’ belgeselini de ekliyoruz. Kaynaklar “Study shows reptiles share REM and slow-wave sleep patterns with mammals, birds” Felis Agnosticus, “İçimizdeki Sürüngen’ Belgeseli” İlgili Makale “Slow waves, sharp waves, ripples, and REM in sleeping dragons,” Science, DOI Sevkan Uzel "Sürüngenlerin Uyku Evreleri Ortak Ataya İşaret Ediyor"

sürüngen kuş ve memelilerin ortak özellikleri